|

Terapi Nedir: Tarihi, Felsefesi ve Ekolleri

Paylaş:

Terapi kelimesi Yunanca “θεραπεία” (therapeia) kelimesinden geliyor ve “hizmet etmek, şifa vermek, iyileştirmek” anlamlarında kullanılıyor. Psikoloji ilgilileri eminim terapi nedir diye en az bir kez sormuştur kendine. Bu yazıda hem terapi tarihine hem de psikoterapinin felsefesi ve ekollerine değinmeye çalıştım. Çok emek verdiğim, yıllardır ara ara güncellediğim yazıların birleştirilmesiyle ortaya çıktı. Bir ”psikoterapi almanağı” oluşturma isteğim hep vardı. 10 bin kelimenin üzerindeki bu yazı ilgilisine sağlık ve keyif versin. İyi okumalar!

Benimle terapi randevusu oluşturmak için buraya tıklayarak kendinize uygun gün ve tarihi belirleyebilirsiniz.

Psikoterapi Tarihi: Hipokrat’tan 19. Yüzyıla

Adı psikoterapi değilken de insanlar, kendilerini etkileyen psikolojik bozuklukları iyileştirmenin yollarını arıyormuş. Şamanist toplumlarda yapılan şifa ritüelleri buna bir örnek. Bu yöntemler etki gösteriyor muydu bilinmez ama en azından bilimsel değillerdi. Onlara başımız ağrıdığında bir Aspirin almak kadar güvenemeyiz öyle değil mi?

Adını Apollon ve Koronis’in oğlu, sağlık tanrısı Asklepios’tan alan Asklepion adındaki yapılarda, uyku odaları bulunuyormuş. Hastaların istihare uykusuna yatırılması, su sesi, çamur kürü, şifalı su, hacamat, açlık tokluk kürleri, terapi ve müzik dinletisi uygulamaları yapılırmış ve hastalıklar tedavi edilmeye çalışılırmış.

Helenistik dönemin bu büyük sağlık merkezi, bugün İzmir sınırları içerisindeki Bergama (Pergamon)’da bulunuyor.

Ek bilgi: Bergama, anatomi, fizyoloji, farmakoloji, patoloji, nöroloji, felsefe ve mantık gibi birçok disiplini etkileyen doktor, cerrah ve filozof Galen’in de memleketi.

Çalıştığı psiko-fizyolojik tedavi akışı içinde Hipokrat, maddenin bütün bileşimlerinin hava, toprak, su ve ateşten ibaret dört elementten oluştuğunu; sıcaklık, soğukluk, kuruluk, nemlilik olmak üzere dört de temel nitelik bulunduğunu kabul etmişti.

Hipokrat’a göre, hastalıkların sebebi insan bedenindeki açık renkli safra, koyu renkli safra, kan ve mukusun bileşimindeki uyumsuzluktu. Onun bu paradigması, geçtiğimiz yüzyılda Hans Eysenck ve diğer psikologlar tarafından onaylandı.

Tıbbın babası olarak bilinen Hipokrat, tıbbın ilk kuralını da yazmıştı: ”Primum non nocere.” (Önce zarar verme.) Hani şu bizim ülkemizde pek umursanmayan kural.

Hipokrat geleneği, ondan altı yüzyıl sonra yaşayan ünlü öğrencisi Galen’in zamanına kadar kesintisiz olarak devam etti.

Galen ise, Ruhun Tutkuları ve Hataları Üzerine adlı, psikolojik sorunlara nasıl yaklaşılacağını ve tedavi edileceğini tartıştığı bir kitap yazdı. Fakat, modern anlamda bir bilim alanı olarak psikoterapi, 18. yüzyıla kadar net bir şekilde ortaya çıkmayacaktı.

Dipnot: Galen’in bu kitabından el yazmalarını birleştirmişler, ilgilisi için kaynakçaya bıraktık.

Bilinçdışı

Leibniz

Bilinçdışının bilimsel çalışmasını Gottfried Wilhelm Leibniz’ın başlattığı düşünülüyor. Leibniz, bilinçaltı algıların günlük hayatımızdaki rolünü inceledi ve bilinçsiz düşüncede işleyen güçleri tanımlamak için ‘’dinamik’’ terimini kullandı.

Herbart’ın düşüncelerine ait bir şema.

Herbart

Bilinçdışıyla ilgili araştırmalara Johann Friedrich Herbart devam etti. Herbart, anıların, bilince ve bilinçdışına geçişini matematikselleştirmeye çalıştı. Uyumsuz fikirlerin birbirini itmesi ve bastırmasından kaynaklı, örtük fikirlerin bilince erişim için birbirleriyle mücadele ettiğini öne sürdü.

Düşünmesek de düşünüyoruz işte…

Zihnin asla uyumadığına, sürekli olarak çeşitli bilinçaltı seviyelerde çalıştığına ve kendi algıladığı sorun/ ihtiyaçlara sürekli çözümler aradığına dair kanıtlar var. Bunun canlı örnekleri arasında, aslında çözüm gerektiren bir sorunu düşünmediğinizde yapılan büyük keşifler sayılabilir. Leibniz’in fikirleri tam da bu keşifleri kapsıyor aslında.

Örneğin, 20. yüzyılın büyük matematikçilerinden olan Henri Poincaré, bir tatil yolculuğunda ünlü bir tramvaya binerken, gözünden kaçan bir matematik probleminin çözümü zihninde kendiliğinden belirdi. Bu tür faaliyetler aynı zamanda kişisel hayatımızın sıradan alanlarında da meydana gelebiliyor. Farkında olmayabiliyoruz.

Mesmer ve Schopenhauer Terapi Düşüncesine Etkisi

Schopenhauer’ın Terapi Etkisi

19. yüzyılın başlarındaki en etkili ve yaratıcı düşünürlerden ikisi Franz Anton Mesmer ve Arthur Schopenhauer idi. Bu etkileri, Pierre Janet, Sigmund Freud, Alfred Adler ve Carl Gustav Jung’un tam teşekküllü sistemlerine dönüşen psikiyatri literatüründe görebiliyoruz.

Nobel ödüllü Thomas Mann, Freud’u okurken, Schopenhauer’in sonradan çevrilmiş halini okuduğuna dair ürkütücü bir duyguya kapıldığını gözlemlemiş. Diğer sistem kurucuların çoğu hakkında da benzer açıklamalar yapılabilir belki.

Mesmer’in Terapi Etkisi

Hipnoterapinin öncüleri olarak kabul edilen Mesmer ve öğrencileri, Aydınlanma öncesi Avrupa’ya egemen olan şeytan çıkarma geleneğini etkili bir şekilde gözden düşürdü. (Mesmer bugün yaşasa, kuantum yaşam koçlarına ateş püskürürdü herhalde.)

Hipnoterapi: Yönlendirilmiş hipnoz veya klinik hipnoterapistin yardımıyla elde edilen trans benzeri bir odaklanma ve konsantrasyon durumu.

Mesmer, davranışı şekillendirmede bilinçdışının etkisini de vurguladı ve terapistin kişisel niteliklerinin etkisini açıkça gösterdi:

  • Somnambulizm (Uyurgezerlik)
  • Bilinçli farkındalığımız olmayan anıların seçici, çıkarımsal işlevi (bu daha sonra 1861’de Helmholtz tarafından yeniden doğrulandı)
  • Hastaların tedavi prosedürlerine olan güveninin önemi

konularını aydınlatarak Mesmer, çağın öncülerinden oldu.

Devamında, 19. yüzyılda zihnin nasıl çalıştığına dair üç farklı araştırma akımı ortaya çıktı:

  1. Sistematik, laboratuvar deneycileri
  2. Doğa filozofları
  3. Klinisyen araştırmacılar

Bu akımlardan ilkiyle ilgili de hızlıca fikir sahibi olalım, ardından bu haftaki sayıyı sonlandıracağız.

19. Yüzyılda Terapi Bilimi

Doğa Bilimi Deneycileri ve Terapi

Gustav T. Fechner ve Herman von Helmholtz gibi 19. yüzyılın en büyük bilim insanlarından bazıları, bilişsel bilim alanında çığır açıcı araştırmalar yaptı.

Bilişsel bilim: Zihnin ve zihinsel süreçlerin anlaşılmasında; bilişsel psikoloji, zihin felsefesi, epistemoloji, antropoloji, psikodilbilim, nörobilim ve bilgisayar biliminin bilgi ve tekniklerini bütünleştiren multidisipliner bilim alanı.

Gustav Fechner

Bazen yolculuklarda kafamızı cama yasladığımızda yaşadığımız uyanıklık ve uyku hallerinin, özellikle de rüya halinin tiyatrolarını ayrıştırarak işe başladı Fechner.

Gustav Fechner

Bilinçaltının zihnin bir alanı olarak var olduğu gün gibi ortadaydı. Bir anıyı hatırlamakta zorlanan ve başaran herkes, her zaman kolayca erişilemeyen bilgiyi elinde tuttuğunu biliyordu. Bu bilgi, beynin bir yerinde kirada oturuyor gibiydi.

1850’lerin sonlarında yaptığı psikofizik deneylerinde Fechner, fikirlerin bilinçdışından tam farkındalığa geçmesi için gereken psişik uyarımın yoğunluğu ile sonuçta ortaya çıkan algıyı ölçmeye çalıştı.

Psikofizik: Uyarıcının fiziksel özellikleri (meselâ: sesin frekansı) ile bu özelliğe ilişkin öznel algısı (örneğin: sesin perdesi yani tizlik-peslik derecesi) arasındaki ilişkiyi inceleyen psikoloji dalı.

Hermann von Helmholtz

1861’de başka bir deneyci olan Helmholtz, “geçmişimizin bize nesne hakkında öğrettiklerinin bir tür anlık ve bilinçsiz yeniden inşası” olarak algıladığı “bilinçdışı çıkarım” fenomenini keşfetti. İnsan görüşü (vision) ve duyuşu (audition) üzerine psikofizik çalışmalarıyla ünlü bir amcamız.

Hermann von Helmholtz

Laboratuvar temelli bu bilim insanlarının ruhu ve yaklaşımı tüm Avrupa’da yankılandı. Psişik mentalist geleneğin aksine, organikçi bir gelenek oluştu. Freud’un akıl hocalarından bazıları – Ernst Brücke ve Theodor Meynert – organikçiydi.

Organikçiler, yüzyıl boyunca psikiyatrik bozukluklara çözüm bulmak için hararetle çalışsalar da, 20. yüzyılın zirvesindeki Emil Kraepelin, sonunda beyaz bayrağı kaldırdı ve 50 yıllık sıkı çalışmanın tıbba, psikiyatrik bozuklukları anlamak veya tedavi etmek için çok az araç sağladığını kabul etti.

Emil Kraepelin, modern psikiyatrinin kurucusu olarak kabul ediliyor.

Kraepelin, çoğu akıl hastalığının biyolojik kökenleri olduğuna inandı. Dikkatini hastalıkları sınıflandırmaya (örnek: alzheimer), titizlikle tanımlamaya (örnek: şizofreni), seyrini şemalaştırmaya ve devam eden prognozlar için kriterler oluşturmaya yönelten Kraepelin, psikolojik/psikiyatrik sağlık çalışanlarının Kur’an-ı Kerim’i, çağdaş Teşhis ve İstatistik El Kitabı (DSM) için bir paradigma oluşturmuş oldu.

Prognoz: Hastalık ya da bozukluğun olası gelişimine ya da uygulanan tedavinin sonuçlarına ilişkin öngörü. Bu öngörü, hastalık belirtilerinin ortadan kalkmasını, kötüleşmeyi, durağanlaşmayı, yani süreci kapsıyor.

‘’Psikoterapi serisi dediniz, sadede gelin artık, Freud’u anlatın geçin arkadaşım’’ diyor olabilirsiniz.

Psikoterapi meselesi çok boyutlu bir konu gerçekten, ne yapalım… İşin içinde felsefesi, biyolojisi, sanatı ve tekniği var.

Psikoterapinin doğduğu Helenistik dönem uygulamalarından, Bergama’daki Asklepion sağlık merkezinden, Hipokrat’tan, Galen’den bahsetmiştik.

Devamında bilinçdışı kavramına ilk kez rastladığımız Liebniz ile yolumuz kesişmişti.

19. yüzyılın henüz başlarında, Mesmer’in hipnoterapisi ve Schopenhauer’in ‘’isteme’’si psikoterapi uygulamaları ve düşüncesi bağlamında epey etkili olmuştu.

Psikoterapi tarihi serimizin bu sayısında klinisyen araştırmacılara, Charcot, Janet ve Witmer’e değindik. Keyifli okumalar.

Klinisyen Araştırmacılar

Mesmer’in hipnoterapisini örnek alıp kendi terapi akımını oluşturan Elwood Worcester, modern psikolojinin kurucusu Wilhelm Wundt’un yanında doktorasını alıp Boston’a dönmüştü.

Önce Boston’daki Emmanuel Kilisesi’nin başkanı oldu, ardından burada fonksiyonel sinir bozukluklarının tedavisinde “dini inanç ve bilimsel bilgiyi birleştiren” bir program geliştirdi. Bu program zamanla Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sözde bilimsel psikoterapinin önemli bir hareketi haline dönüştü ama işin içinde din olduğu için tartışmalar sürüyordu tabii.

Birçok akademisyen psikolog, Emmanuel hareketinden rahatsızlıklarını belirtti ve eleştiri oklarını bu akıma yöneltti. Psikologların daha kesin yöntemlere ihtiyacı vardı.

Boston Psikoterapi Okulu (Psikopatoloji)

Önde gelen akademik psikologlar ve doktorlardan oluşan gayri resmi bir ağ olan Boston psikoterapi okulu, Amerikan bilimsel psikoterapisinin gelişiminin merkez üssü olarak tanımlandı.

Okul, dissosiyasyon, bilinçdışı gibi kavramları; hipnoz, telkin gibi psikoterapötik teknikleri araştırdı/ uyguladı.

Dissosiyasyon: Türkçe’de çözülme şeklinde geçiyor. Bilinçdışı sorunların, akut duygusal stresi yaratan durum ya da olayların, psişenin diğer kısmından ayrılmasını içeriyor ve türleri var. Kişiliksizleşme (kendine yabancılaşma): Kişinin kendi bedeninden ayrılma, özünden ayrışma hisleri yaşaması. Gerçekdışılık: Çevresinin kişiye gerçekdışı gelmesi durumu. Otobiyografik devamsızlık: Zamansal ve mekansal geçmişten kopma.

Boris Sidis, fonksiyonel sinir bozukluklarının tedavisinde hipnoz ve telkin kullanan ilk Amerikalı bilim insanları arasındaydı.

Psikoterapinin gelişiminde en önemli psikiyatrik figürlerden olan Adolf Meyer, dinamik psikiyatrinin gelişiminde liderlik etmiş, bu alana psikobiyoloji demeyi tercih etmişti.

Morton Prince bir nörologtu ve çoklu kişilik bozuklukları konusunda uzmanlaşmıştı. Anormal Psikoloji Dergisi’ni ve daha sonra Harvard Psikoloji Kliniği’ni kurdu.

Boston okulundan bu isimler, Fransız psikopatologlarından, özellikle Charcot ve Janet’den ilham alarak yaptılar çalışmalarını. Charcot ve Janet bayağı önemli isimler psikoterapi tarihinde, kimmiş bu amcalar bir bakalım.

Psikopatoloji: Anormal psikoloji diye kısaca söyleyebileceğimiz, psikolojik bozuklukların teşhis, tanı ve tedavsi ile ilgilenen alan.

Jean Martin Charcot Kimdir?

Modern nörolojinin kurucusu olarak bilinen amcamız. Sigmund Freud’un hocalarındandır. Daha çok fizyoloji – psikoloji bağlantısını kurmaya çalışmış kendisi.

Çalıştığı mevzulardan biri, rahim anlamına gelen Yunanca ‘’hystera’’ ile ilgili olduğu sanılan ve kadınlarda aşırı duygusal davranışları tanımlamak için kullanılan terim “histeri”.

Histerinin semptomları arasında aşırı ağlama ya da gülme, bükülme, bayılma, felç, kasılmalar, geçici körlük ve sağırlık var.

Charcot ve histeri krizi geçiren bir hasta

Paris’teki Salpetriere Hastanesi’nde binlerce vakayı inceleyen Charcot amca, ‘’Ben artık tamamım bu hastalıkta’’ diyerek yasaları ortaya koydu: “Histerik atakta her şey kurallara uygun gelişir. Bu yasalar da hep aynıdır; her ülke, her çağ, her ırk için geçerlidir; kısacası evrenseldir.”

Histerinin fiziksel bir hastalığa olan benzerliğinin biyolojik nedenlerle ilgili bir araştırmayı gerektirdiğini söyleyen Charcot’ya çağdaşları katılmamıştı, ta ki öğrencisi Sigmund Freud buna ikna olana dek. Freud’un psikanaliz kuramında tanımladığı ilk hastalık histeri olacaktı.

Boston okulunu etkileyen Pierre Janet’ye değinmeden olmaz.

Pierre Janet Kimdir?

Janet de Charcot gibi doktor. Üstelik aynı hastanede  çalışıyor ikisi de. Janet, dissosiyasyonu bir psikiyatrik durum olarak tanımlayan ve araştıran ilk kişi olarak biliniyor.

Janet, zihnin kendine özgü olmayan ve dengesiz davranışlarının ardında olduğuna inandığı kısmını “bilinçaltı” olarak tanımlıyor. Freud bu terimin çok belirsiz olduğunu düşünerek bilinçdışı şeklinde bir düzeltme yapıyor sonrasında. Ayrıca Janet’nin tanımladığı dissosiyasyonu da bir savunma mekanizması olarak tabir ederek ileri götürüyor.

Sünger Bob’un dissosiyasyonu

Janet de Charcot gibi Freud’un hocası diyebiliriz. Psikoterapi de psikolojiden değil, tıp biliminden doğuyor. Aklımızda böyle kalsın.

Şimdi bir de klinik psikoloji olayı var tabii. Ligthner Witmer’i bağlıyorum, lütfen hatta kalalım.

Lightner Witmer Kimdir?

1896’da Pennsylvania Üniversitesi’nde ABD’deki ilk psikoloji kliniğini kuran Lightner Witmer, klinik psikolojinin kurucusu olarak kabul ediliyor.

Klinik psikoloji terimini farklı bir mesleği belirtmek için ilk kez kullanan kişi Witmer’di ve 1907’de bu alandaki ilk bilimsel dergi olan The Psychological Clinic’in açılışını yaptı.

Witmer’ın klinik psikolojisi, zihinsel ve davranışsal bozuklukların önlenmesi, teşhisi ve tedavisi için bilimsel ilkeleri uyguladı.

Kliniğinin çalışmaları, öncelikle eğitim bozukluğu olan çocuklara ve ailelerine odaklandı. Witmer’ın klinik psikoloji kavramı, başta zihinsel engelli çocuklarla yaptığı ilk klinik çalışmasının önerebileceğinden çok daha genişti:

Bugün klinik psikoloji, okul psikolojisi, danışmanlık psikolojisi, çocuk psikolojisi, pediatrik psikoloji, sağlık psikolojisi olarak adlandırılan alanları çeşitli şekillerde kapsıyor. Hani şu bizim ülkemizde pek olmayan alanlar.

Türkiye’nin klinik psikoloji yaralarına hiç dokunmyalım şimdi, bize ağır geliyor.

Neyse, Eric Caplan’ın güzel özetiyle bitirelim bugünü:

Freud, Amerikan toprağına ilk ayak bastığında, psikoterapi zaten Amerikan kültürünün ve Amerikan tıbbının dokusuna entegre bir şekilde dokunmuştu.

Freud gelmeden ortam klinisyenler tarafından ısıtmış anlayacağınız. Tabii psikanalizin Amerika’da psikoloji, psikiyatri ve genel halk üzerinde etkisini yadsınamaz.

Psikanalitik Kuram Nedir?

1917’de yazdığı bir makalede insanlığın tarihsel gelişim yolculuğunda 3 büyük yara aldığını söylüyor Freud:

Bunlardan birincisi, Kopernik’in Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü söylemesi,

ikincisi, Darwin’in insanların atasının maymun olduğunu ifade etmesi,

üçüncüsü, sahip olduğu tüm yerleşik düşüncelere rağmen insanın ruhunu kontrol edemeyip bilinçdışı tarafından yönlendirilmesi.

Descartes’tan beridir önce ruh demişler ‘’şey’’e, yok bu olmadı deyip ‘’bilinç’’e çevirmişler adını; şimdilerde de zihin diyoruz.

O ‘’şey’’ ne hakikâten? Bir hakikât mi? Gerçek mi? Kafatasımızın içinde dolaşan ve ağırlığı 21 gram olan bir gaz kütlesi mi? Kalbimize daha mı yakın kalıyor yeri, aorttan dönünce sağda mı?

O şey, ne?

Sigmund Freud, ‘’şey’’i psikanalitik teoriyle açıklamaya çalıştı.

Freud ve Psikanalitik Kuram

Psikanalitik Kuram deyince hem bir kişilik teorisini hem de psikoterapi yöntemini ifade etmiş oluyoruz. Bir köprü inşa ederken aynı zamanda baraj yapımı için de fırsat oluştuğunu düşünün.

Psikanalitik Teori’nin karışıklığını ve arada kalmışlığını Freud, psikiyatristlerin çoğunlukla hastalıkları tanılama/sınıflama gibi nicel durumlar üzerinde durması; filozofların da düşünce/bilinç konularına dalmasına bağlıyordu.

Ezcümle, bu çalışmalar etkiliydi tabii ama ruh kavramını bilinçli addediyorlardı. Oysa Freud’a göre ruhsal olayların gelişimi çoğunlukla bilinçdışıydı. Bu da kuramının temelini oluşturuyor zaten.

( Baktığımız zaman Freud bir nörolog olarak psikolojiyi, felsefe ve psikiyatrinin bir sentezi haline getirmek istiyordu belki de.)

Bu kuramın ortaya çıkışındaki ilk vakaya göz atalım.

Anna O. Vakası

14 yaşından beri arkadaşı olan Dr. Breuer ile görüştüğü sırada Freud ondan bir şey öğreniyor.

Josef Breuer, uzun bir zaman önce histerik bir hastayı hipnozla tedavi ettiğini söylüyor ama bir farkla:

Hipnoz altındayken semptoma neden olduğu sanılan duygusal durum yeniden canlandırıldığında, semptom kayboluyor.

🐶 Histeri: Belirgin bir fiziksel neden olmadan fiziksel semptomlar(felç, halisünasyon, konuşma kaybı, kasılmalar) gösterilen psikolojik bozukluk.

Anna O.

Bu hikayenin aktristi Anna. Kendisi 21 yaşında genç bir kadın. Öksürük sebebiyle dahiliyeci Breuer’e başvuruyor. Aynı dönemde, kendisinin ilgilendiği babasını da kaybediyor.

Tedavi sırasında felç, görme ve konuşma bozuklukları, yemek yeme güçlüğü vb. semptomlar gösteriyor.

Anna başlangıçta hastalığıyla ilgili kaygısını dile getiremese de devamında, yani psikanaliz sırasında bu kaygıyı ifade ediyor. Bu bilinçsiz düşünceleri bilinçli hale getirme fırsatı bulur bulmaz felci ortadan kayboluyor.

Breuer’in ağzı açık kalıyor tabii, bu konuşmanın bir sihir yarattığını düşünüyor haliyle.

Daha sonraları Freud ve Breuer’in katarsis adını verecekleri ruhsal yıkanmanın başlangıcını oluşturan bir vaka bu.

🐶 Katarsis: Aristotoles’in Poetika eserinde geçen kelime Yunanca ”arınma” olarak biliniyor. Psikanalitik Kuram’da Freud ve Breuer’in kullanımı ise bilinç dışına itilen duyguların yaşanılmasıyla erişilen bir boşalımla hastalıklardan kurtulunması anlamında kullanılıyordu.

Eski dostların bu vaka üzerine tartışmaları, Freud’un hayatının geri kalanında peşinden koşacağı fikirlerin tohumları oldu. Birlikte yayınladıkları Histeri Üzeirine Çalışmalar, psikanalizin ilk yazılı yayını oldu.

Freud, fiziksel semptomların genellikle derinden bastırılmış çatışmaların yüzeysel tezahürleri olduğunu öne sürdü.

Sadece bir hastalığın tabirini yapmıyordu burada, aynı zamanda zihnin en az üç düzeyi olduğunu öne sürdüğü koca bir teoriyi de oluşturuyordu.

John Bowlby’nin Bağlanma Kuramı’ndan tutun da sosyal psikolojinin kurucusu Muzaffer Şerif’in çalışmalarına kadar bolca atıflar görüyoruz Freud’a.

Bilim, sanat ve felsefenin birçok alanına sirayet etmiş onun düşünceleri. Bu yüzden onu anlamaya yaklaşmak kaydadeğer bir çaba.

Başlık 2

İnsan karakterinin oluşmasında doğa mı etkilidir yoksa çevre mi? Bu soru psikoloji biliminin en tartışmalı sorularından olup, her iki seçeneğin karakterin oluşumu üzerindeki etkisinin de yadsınamadığı bir sorudur.

Biz yapay zekaya soralım dedik, o da sağ olsun bilmediğimiz bir şey söyleyemedi bize. Yok efendim bu süregelen bir tartışmaymış da, karakterin oluşmasında doğamız da çevremiz de önemliymiş de… Olmamış bu efendim, daha iyi kodlayın yahu!

Bu bölümde Sigismund (Sigmund) Freud’un psikanalizinde tedavinin nasıl olduğuna değineceğiz. Düşüncelerini onlarca yazının anlatmaya yetmeyeceği Freud’un psikanalizde kullandığı 3 tekniğe değineceğiz. Keyifli okumalar.

Psikanalizde Kullanılan 3 Teknik

Serbest Çağrışım Nedir?

Meşhur bir divan vardır bilir misiniz… Osmanlı divanı değil tabii bu, bildiğiniz yatak olan. Hastanın oraya uzanarak, psikanalistin makinistliğinde zamanda geriye doğru bir yolculuk yapması serbest çağrışım tekniğiyle olur.

Psikanalizin önemli taşlarından biridir bu teknik. Ne olur bu teknikte, analist nasıl bir yönlendirme yapar. Freud 1912’de kaleme aldığı yazısında su gibi berrak şekilde anlatıyor: “Günlük olağan konuşmalarında insan, düşünce düzenini koruyabilmek ve anlatmak istediği ana konudan kopmamak için, düşünceleri arasındaki bağlantının korunmasına özen gösterir. Ancak, burada farklı bir biçimde konuşmam gerekiyor. Konuşman sırasında zihnine gelen bazı düşünceleri sakıncıları bulduğun için ya da eleştiriye uğramak kaygısıyla dile getirmek istemeyeceksin. Bazı düşüncelerini, saçma, önemsiz ya da konuştuklarınla hiç ilgisi yok gibi gerekçelerle zihninden uzaklaştırmak isteyeceksin. Bu gibi eleştirilere kapılmadan konuşmanı istiyorum. Söylemek istememene karşın, yine de zihnine her geleni anlatmaya çalış. Giderek böyle bir yöntem izlemenin neden gerekli olduğunu sen de çok iyi anlayacaksın. Bir geziye çıktığını ve trenin penceresinden izlediğin hızla değişen görüntüleri, yanında oturan birine anlatıyormuşçasına davran. Ne denli tatsız olursa olsun, zihnine gelen her düşünceyi, hiçbirini saklamaksızın anlatmaya söz vermiş olduğunu unutma.”
Freud’un bugün Freud Museum’da sergilenen odası. Bir hastası bu oda için şöyle demiş: ”Odalar, herhangi bir hasta için bir sürpriz olmalı, çünkü hiçbir şekilde bir doktorun muayenehanesini değil, bir arkeoloğun çalışma odasını hatırlatıyordu… Buradaki her şey, insanın modern hayatın telaşını geride bırakmasına, günlük bakımıyla insanın kendininkinden korunaklı hissetmesine katkıda bulunuyordu.”

Yorumlama Nedir?

”Bir insanın sorunları üzerine düşünsel bilgi sahibi olmak, sorunlara çözüm getirmez.” diyor Freud. Analistler için söylüyor bunu, yorumun niteliğine binaen. Psikanalizin en önemli tedavi araçlarından biri yorumlama. Tabii bu yeteneğe sahip olmak için etkili bir dinleme becerisi (konuşmak için sıramızın gelmesini beklemek yerine karşı tarafa odaklanmak), empati, derin içgörü gibi birçok ekstra gerekiyor. Sertifikayla olmuyor maalesef Lacan’ın da dediği gibi.

Genel olarak tedavinin ilerlemesini sağlayacak temel öğe, analistin hastanın psikodinamiğini keşfetmesinden ziyade, zamanlaması iyi ayarlanmış yorumlarla bilinçdışı direncini azaltarak, hastanın kendi iç dünyasını kendisinin tanımasına ortam hazırlamak.

Transferans Nedir?

Teknikten ziyade, psikanaliz tedavisinde çözüme kavuşturulması gereken bir direnç tepkisidir bu.

🐶 Direnç: Tedavinin ilerlemesini engelleyen, hastanın her çeşit tepkisi bir direnç belirtisidir. Bazı örnekler: Hastanın söylediği sözü düzeltmesi, tedavi yöntemini eleştirmesi, dil sürçmesinde bulunması, uzun sure sessiz kalması, giysi parçasıyla oynaması, konu dışı sorular sorması, randevuya gelmemesi, farklı gerekçelerle düşüncelerine sansür uygulaması…

Hasta, serbest çağrışımla birlikte zihninin kıyıda köşede kalan materyalini saf bir şekilde ortaya çıkardığından; saklı tutulan duygular analiste yönelmeye başlar. Çocukken anne, babaya karşı gelişen duygular şimdi de analistle birlikte yaşanır. Bu duruma transferans deniyor; Türkçe’ye de aktarım olarak çevriliyor. Birçok aktarım türü var ama şu ihtimaller daha baskın:

Analist ve hasta arasında dostane duygular gelişebilir. Bu durum tedavi için iyi bir niteliktir.

Cinsel boyutu da olan güçlü bir sevgi bağı oluşabilir. Olumlu transferans deniyor buna.

Hastanın cinsel ve saldırgan yönleri analiste yöneldiği durumlar oluşabilir. Buna da olumsuz transferans deniyor.

Analistler aktarımı fırsat olarak görürler genelde çünkü ortaya işlenecek malzeme çıkmıştır tabiri caizse. Olumlu da olumsuz da olsa bu aktarım, süreci bir şekilde lehe çevirmek esas.

Psikoterapi bir ağaçsa, psikanaliz onun kökü, Freud ise çiftçisidir.

Psikanalizde Tedavi Nasıl Olur?

Burada klasik psikanalizden bahsediyoruz çünkü tarihsel süreçte neo-freudyen yaklaşımlarla birlikte psikanaliz bambaşka teori ve pratiklere kavuştu.

Psikanalizin Amacı Nedir?

”Psikanaliz, bir hekim olan analist ile – Freud’un, analistin hekim olması gerekliliği ile ilgili düşünceleri sonradan değişmiştir – analizi yapılacak olan ”hasta” arasındaki ilişkidir” diyor Engin Geçtan. Analistin görevi ise hastanın çatışmalarını ve bu çatışmaların doğurduğu davranışları görerek değişim için ortam oluşturmaktır.

Baskı mekanizması sorunların arka planındaki nedenlerin fark edilebilmesini engellediğinden, hastanın kendisi bu değişikliği gerçekleştiremez.

Tedavi ilkelerine ve yöntemlere birazdan değineceğiz ama analistin, burada bahsedilen baskıyı oluşturan olumsuz duyguları azaltmak için çabaladığını anlamamız gerek.

Olumsuz duygular azaldığında, belirtilere neden olan düşünceler, baskı mekanizmasından kurtularak kendiliğinden bilinç düzeyine ulaşıyor. Bilince ulaşan düşünceler de müdahale edilmeye hazır hale geliyor anlayacağınız.

Bir soru: Analist sadece olumlu duyguların oluşması için mi çalışıyor burada? Benim yakın arkadaşlarım analist o zaman… diye düşünebilirsiniz.

Cevap, hayır. Analist, psikanalitik kuram yöntemlerince, hastanın hangi davranışlarının düzeltilmesi gerektiğine karar verir. En öz haliyle analist, egoyu güçlendirmeye çalışır. Freud buna “içinde id’in bulunduğu bir ego” diyor. Bir önceki sayıda bahsettiğimiz kavramlardı bunlar, o sayıyı kaçırdıysanız yazı sonunda link olacak.

Id, Ego ve Superego ilişkisinin keyifli bir anlatımı

Uyumsuz davranışlar düzeltildikten sonra hasta tedavide daha etkin bir rol alır; gerektiğinde analistinin yardımıyla kendisine yeni davranış biçimlerini seçer. Hastanın davranışlarında bilinçlenmesi ve doyum hissetmesi istenir burada.

Bu kez çocukluğa inmiyoruz, direkt çocuğa gidiyoruz. Ne demek bu? Yazının bu bölümünde babasının izini süren Anna Freud’dan bahsettim.

Anna Freud Kimdir?

Sigmund Freud, çoğunlukla yetişkinlerle çalıştı ve zamanda geriye yolculuk yaparak onların çocukluğuna indi; yeni bir yapılanma amaçladı.

Buna karşılık Anna Freud, ilgisini doğrudan çocuklarla çalışmaya yöneltti.

Çocuklarla ondan önce de çalışan kişiler olsa da, çocuk psikanalizini ayrı bir terapi biçimine dönüştüren ve sistematikleştiren ilk kişi Anna Freud.

Çocuk Analizi Nedir?

Çocuk analizi, psikanalizin temel kuramlarına bağlı kalmalıydı ama terapi anlamında farklılaşmalıydı Anna’ya göre. Anna Freud’un analize dair belli başlı savunularına değinelim birlikte.

İlkin çocukların 6 yaş civarında başlayan latent dönemine ulaştıklarında analiz edilmesi gerekliliğini savunuyor – 6 yaşından önce çocuğun psikoseksüel ve duygusal gelişimlerini desteklemek ve nevrozun iyice kök salmasını önlemek için çocuğun çevresine odaklanmanın en iyisi olduğunu düşündüğü için –

Latent Dönem Nedir?

Sigmund Freud’un psikoseksüel gelişim evreleri olarak tanımladığı beş evreden kronolojik olarak dördüncü olanı. 6 yaştan ergenliğe kadar olan dönemi kapsıyor. Bu aşamada libido uykuda ve daha fazla psikoseksüel gelişme gerçekleşmiyor. İngilizcesi latency period; geç, gecikme dönemi şeklinde Türkçe’ye çevriliyor.

Freud, cinsel dürtülerin çoğunun latent dönemde bastırıldığını ve çocuğun enerjisinin yeni beceriler geliştirme, eğitim, arkadaşlıklar gibi alanlara yönlendiğini; oyunun ise büyük ölçüde aynı cinsiyetten diğer çocuklarla sınırlandığını söylüyor.

Anna Freud ve çocuklar

Çocuk hastalarla güçlü terapötik ittifak kurmanın önemini de işaret etti Anna Freud. Yetişkinler gönüllü olarak analiz ararken, çocukların böyle bir farkındalığı çoğu zaman olmadığı için, çocuklarla terapi yapmadan önce onların dikkatini ve güvenini sağlamak çok önemliydi.

Anna Freud’un psikoterapi çalışmasının temel ilkesi, her çocuğun kendi başına bir kişi olarak kabul edilmesi gerektiği. Onların özel ihtiyaçlarına göre hareket eden Freud, bir vakada bir çocuğun hikayelerini yazmasına yardım ederken, başka vakada bir çocuğa elbise ördüğü de olmuş.

Serbest Çağrışım Tekniği

Anna, çocukların odaklanma süreleri yetişkinlerden az olduğu için – tabii o zamanlar dikkat, odak, bellek gibi kavramlar icat edilmemişti – çocuklardan yalnızca kısa bir süre için serbest çağrışım yapmalarının istenebileceğini düşünmüştü. Serbest çağrışıma geçen sayıda değinmiştik, ben okuyamadım diyen üzülmesin, yazı sonunda link paylaştık.

Bir yetişkin gibi serbest çağrışım yapmasındansa, çocuk hastalarının tedavi odasında tamamen özgürce hareket etmelerine izin verdi Anna Freud. Meselâ bir çocuk halının üzerinde zıplasa, o da aynısını yaparmış. Çocuklarla iyi bir ilişki kurmanın güzel yollarından birisi gerçekten.

Dahası, çizim malzemelerini kullanılabilecek şekilde hazırlayıp çocukları teşvik edermiş kendisi. Çizimler özellikle çocuklar için önemli bir iletişim aracı olarak görülüyordu. Günümüzde de birçok yaklaşım var çizimlerin kullanıldığı.

Bu psikoterapi yaklaşımlarına ek, ego psikolojisinden kısaca bahsetmezsek olmaz

Ego Psikolojisi Nedir?

Sigmund Freud’un teorisi klasik psikanalizin uzantısı ve bir diğer deyişle günümüzdeki yansıması olan ego psikolojisi akımının altında düşünce ve uygulamalar üreten Erik Erikson, Heinz Hartman, Wilhelm Reich gibi epey ünlü kişiler olsa da, Anna Freud öncü olarak kabul ediliyor.

Babasının savunma mekanizmaları üzerine yaptığı çalışmaları Ego ve Savunma Mekanizmaları yapıtında detaylandıran Anna Freud, dokuz ayrı savunma mekanizması tanımlıyor.

Psikanalizin ağırlık verdiği noktayı dürtülerden ego savunmalarına kaydıran bu yaklaşım, dinamik psikiyatrinin de ilgisini psikopatolojilerden kişilik bozukluklarına doğru kaydıran bir etki yaratıyor.

Anna Freud, temel eğitimi öğretmenlik olmasına rağmen, 27 yaşında Viyana Psikanaliz Enstitüsü’ne üye olarak kabul ediliyor. Psikanalitik kuramı çocukların davranış bozukluklarına uyguluyor, hatta bunun okulunu kuruyor.

Yazı ego savunma mekanizmaları ile devam ediyor.

Ego Savunma Mekanizması Nedir?

Anna Freud, psikanalizin ağırlık noktasını içgüdüsel dürtülerden savunma mekanizmalarına kaydırdı. Nedir bu savunma peki ve neye karşı koruyoruz kendimizi?

Ağlamak ve durmadan konuşmak psikolojik tadilat sistemimize birer örnek ama biz diğer grupla ilgileniyoruz: Ego savunma mekanizmaları ile. Bizi sıkan, üzen, bozan durumlarda ”Yok kanka ya, seninle ilgili değil…” diye durumu yadsımak ya da ”Ama o başlattı.” gibi kendimizi haklı çıkarmak aslında bizi diğerlerine karşı koruyan ”ego” savunma mekanizmalarıdır. Böyle yaparak dengemizi korumayı amaçlıyoruz.

Bu – bir yönüyle antikırılgan olma – kendimizi koruma haline nasıl ulaşıyoruz;

1) Duygularımızı yadsıyarak, olayları değişik şekilde algılayarak

2) Olaylara duygusal katılımı azaltarak

3) Tehlikeye karşı savaşarak

Birazdan değineceğimiz savunma mekanizmalarını da tek tek değil çoğu zaman grup halinde uyguluyoruz bu arada. Bu mekanizmaları çabaya yönelik davranışlardan ayıran nitelik bilinçdışında geliştirilip işlenmeleri, kişi farkında değil yani.

Hepimiz benliğimizi korumak için bir parmak alıyoruz bu savunma mekanizmalarından ama bu tepkiler her zor durumda başvurduğumuz ilk araç haline gelir de bizim uyumumuzu daha da çok bozarsa o zaman nevrotik savunma mekanizması olmuş oluyor.

🐶 Nevrotik: Sorunları çözmek yerine görmezden geliyor, olayları sürekli yanlış yorumluyor ya da herkese olağan gelen durumlarda kaygıya kapılıyorsak nevrotik davranışlarımız var demektir. Nevrotik özellikli davranışlara sahip kişiler genelde kaygı içinde, mutsuz, suçluluk duyguları altında bir yaşam sürer.

Hep diyoruz, çare uyumlu ve dengeli bir benlik! Dişlilerden mekanizmaya gidelim, savunma mekanizmalarına. Ego savunma mekanizmalarının mucidi Sigmund Freud olsa da biz bu sayıda yer verdik konuya. Sebebi, Anna Freud’un bu mekanizmaları kuramının merkezine koyması ve bir adım ileri götürmesi. En çok da baskı mekanizmasına önem atfediyor. Bazılarına göz atalım.

15 Savunma Mekanizması

1. Baskılama

Tek amacımızın tatminsizlikleri bilinçten uzaklaştırmak olduğu bir savunma mekanizması. Anna Freud’a göre diğer tüm savunma mekanizmaları baskı mekanizmasıyla birlikte çalışır. Bastırmadan farkı, baskılamanın bilinç düzeyinde gerçekleşmesi. Umulmadık bir anda karşılaştığımız bir tehlikede -örneğin savaş alanında donakalan askerin onu korkutan duygularını baskılaması- geliştirdiğimiz karşı tepki bu mekanizmaya bir örnek.

2. Yadsıma – Düşleme

Anna Freud’un tanımladığı, daha çok çocukluk dönemine özgü olan bir mekanizma. ”Tehlikeyle baş edemiyorsan, onu yok say” mantığıyla çalışır. İki türü var: İlki, davranışlarda yadsıma; ikincisi, düş yoluyla yadsıma. Küçük bir çocuğu yabancıların olduğu bir odaya getirdiğimizde, insanlarla göz göze gelebilecek cesareti bulana kadar dışarı doğru bakacaktır. Bu ilkine örnek. İkincisine örneği direkt Anna Freud veriyor: İnsanlardan ürken bir çocuğun, herkesi korkutsa da kendisiyle arkadaş olan bir aslanın varlığını düşlemesi. Mağaradaki hayvanını bul!

Fight Club filminden

3. Rasyonalizasyon (Neden Bulma)

Kaygıyı azaltma çabasının yine merkezde olduğu bu mekanizmada iki savunma ögesi var: Kişinin davranışını haklı göstermesine yardımcı olan ve ulaşılamayan amaçlara dair hayal kırıklığını yumuşatan ögeler. Bir mağazadan çikolata aldınız, 100 metre yürüdünüz bir de baktınız başka bir mağazada aynı çikolata yarı fiyatına satılıyor. ”Yok ya, benimkinin fıstığı fazladır, hem yeni üretim benimki paketinden belli.” dememiz neden bulma mekanizmasına bir örnek.

4. Yansıtma

Kendi eksikliklerinin sorumluluğunu başkalarına atfetmek/suçluluk duygu ve düşüncelerini diğer insanlara mâl etmek -dış odaklı olmak- bizim yansıtma mekanizması sayesinde kaygıdan kaçınma yollarımız. ”Ben çalıştım da, hoca düşük verdi ya…” diyen bir lise öğrencisi yansıtma uygulamış oluyor.

5. İçleştirme

Birçok açıdan yansıtma mekanizmasının karşısında tabir ediliyor. Bu kez kişi ya da grubun özellik/inançlarını üzerimize alarak adeta bir parçamız haline getiriyoruz. Yansıtmada dış odaklıyız, içleştirmede ise iç odaklı; ilkinde dışarıya atfediyoruz, şimdi de kendimize.

6. Yer Değiştirme

Bir düşüncenin yoğunluğunun, bu düşünceden ayrılıp – orijinalinden daha düşük bir önemle de olsa – ilk düşünceyi çağrıştıran başka bir düşünceye geçmesi ile seyreden bir savunma mekanizması. Ofiste üstünüz geldi, hiç hak etmediğiniz bir konuda sizi azarladı. Yumruğunuzu sıktınız ama yutkundunuz, duygularınızı bastırdınız; eve gidince eşinizden/çocuğunuzdan çıkardınız. İt ite, it kuyruğuna yani.

7. Yüceltme

Dürtülerin cinsel doyumundan çok, bu doyumun uzağındaki bir ereğe doğru yönelmesini içeren savunma mekanizması. ”Hayır, sevişmeyelim, yalnızca kitap okuyalım sabahlara kadar anlıyor musun?” gibi bir noktadır bu. Küçükken çok göstermeci bir çocuğun hayran olunan bir oyuncuya dönüşmesi, evvel zamandaki dürtülerin büyüyünce sosyal kabul gören davranış biçimlerine yüceltilmesine örnek.

8. Özdeşleşme

En kısa haliyle taklit ya da özenme yoluyla edinilen öğrenme süreçleri özdeşleşmedir. Çocukluktan ergenliğe geçişte insanların birbirlerini ait oldukları gruplara göre değerlendirdiğini fark ediyoruz. Bu yaşlarda sizden yaşça büyük bir kuzeninizin davranışlarına -her ne kadar bu davranışlar anlamsız olsa da- özendiğiniz, onun yaş grubuyla bir halı saha maçında ya da sinemada yer almak istediğiniz olmuştur.

9. Duygudaşlık – Boyun Eğme

Karen Horney, kaygıdan korunma yollarımızı 3’e ayırmış: İnsanlardan uzaklaşma, insanlara yaklaşma, insanlara karşıt tutumlar geliştirme. İnsanlara yaklaşma tutumlarını da 2 alt parçaya ayırabiliriz:

Duygudaşlık: ”Beni severlerse, beni incitmezler.” düşüncesinden ileri gelen bir mekanizma. Zorla iyi, zorla güzel olmaya çalışma çabası diyebiliriz; amaç sevgiyi kazanmak.

Boyun Eğme: Anksiyete(kaygı) yoğunluğundan ötürü sevgiye inançsızlık duyulduğunda çevredeki insanların tümüne boyun eğerek güvenlik sağlanır.

10. Duygusal Soyutlanma

”Benim ilişkimde duygusallığa yer yok!” diyen kişi, düş kırıklığına karşı gardını almıştır ve zedelemeye karşı bir savunma mekanizması geliştirmiştir.

11. Entelektüelizasyon (Düşünceleştirme)

Sigmund Freud’un yazılarında olmayan, Anna Freud tarafından tanımlanan bir savunma mekanizması bu. Kişi acı veren olaylarla ilgili duygularından mantıklı söylemlerle kurtulmaya çalışır. Bir komedyenin vefatının ardından ”Son şakasını yaptı…” tepkisini vermek gibi bir şeydir bu…

12. Yapma Bozma

Benliğin dürtüyle mücadelesi sırasında, bir eylemin ikinciyle iptal edildiği, böylece sanki hiçbir eylem yapılmamış gibi olan, gerçekteyse iki eylemin de yapılmış olduğu iki aşamalı semptomlarda karşılaşılan bir durum. Bilmece gibi olduysa: Flörtümüze zombieing uyguladık – ortadan bir süre kaybolup ardından hiçbir şey olmamış gibi geri döndük yani – ve hatamızı yüzümüze söyledi. Kafamıza dank etti, çok geç ama yine de özür diledik. Hem hata ettik, hem özür diledik; bu yapma bozma mekanizmasına bir örnek. Organize suça karıştık, yıllardır 7 sülalemiz doydu, iyi de gitti uzun bir süre aynı GoodFellas film’indeki gibi. Devamında öyle suçluluk hissettik ki gidip teslim olduk, işte bir yapma-bozma daha.

13. Karşıt Tepki Oluşturma

Suçluluk dürtümüz bizi ele geçirdiğinde baskı altında tutmamız güçleşen durumlarda, bu arzuların zıddı olan bilinçli tutum/davranış geliştirerek benliğimizi korumaya da çalışabiliriz. Düşmanca duygular sevgi gösterileriyle, cinsel istekler ahlâk savunuculuğuyla gölgelenebilir örneğin. ”Şuna bak, ne kadar ayıp…Cık cık, hiç yakışıyor mu ehli sünnet birisine?” diye fetva veren biri belki de azmış kudurmuştur kim bilir. Hangisi daha beterdi alışmış mı kudurmuş mu?

14. Dönüşme

Kaygı yaratabilecek bilinçdışı duyguların bilince erişmesini engellemek için – isteğimiz hep bu ya – gerçek bir nedeni yahut tanısı olmayan bedensel hastalık belirtileri şeklinde seyreden savunma mekanizması. ”Konversiyon bozukluğu” şeklinde geçtiğini de belirtelim.

15. Saldırganla Özdeşleşme

Anna Freud tarafından tanımlanmış olan, çocukluk dönemine özgü savunma mekanizmalarından biri. Bize yapılan eleştirilere karşı kullanırız. Saldırganın saldırganlığını tabiri caizse kendimize alırız, tehdit edilen değil tehdit eden oluruz. Eleştiri içeriye, suç dışarıya! Böylelikle 9 kere yutkunacak, bizi eleştirene karşı göstereceğimiz sertliği içeriye yöneltecek, dışarıya karşı olan hoşgörüsüzlüğü azaltmış olacağız çocuğum. Aferin, işte böyle…

Psikanalitik kuramın önemli metinlerini oluşturan ego savunma mekanizmaları, id – ego ve süperegonun bizi suyun üstünde dengede tutmaya, uyumumuzu sağlamaya çabalarken girdikleri mücadelenin ürünleri. Ah, şu farkında olmak! Ah, şu olmak…

Küçük bir çocukken Jung’un alışkanlıklarından biri, bahçedeki bir kaya parçasının üstüne oturup, düşüncelere dalmakmış. Oturarak düşünen adam heykeli gibi… Kendi kendine bazı sorular sorarmış: «Ben kimim? Kayanın üzerinde oturanım desem, kaya ne der peki? O da, seni taşıyanım, demez mi?» diye sorgularken şu soru hücum etmiş zihninde: «Ben kendim miyim, yoksa ağırlığımı taşıyan üzerine oturduğum kaya mıyım?»

Küçük yaştan beri yerleşik inançlara ve sistemin çarklarına karşı duran Jung, kendi gerçeğini kendi yaratmaya and içmiş. Onun düşüncesi, heybesinde taşıdığı bu sorgulamalara verdiği öz cevaplarıyla oluşagelmiş.

”Bu kuramlar hep birbirini tekrarlıyor gibi hocam, nedir bunun psikanalizden farkı?” dediğiniz duyar gibiyiz.

Jung’un psikolojisi, kişilerarası ilişkilerden çok, kişiliğin, ruhun içinde büyüyüp gelişmesiyle ilgili. Freudyen psikanalizin amacı, kişinin başkası ile olgun bir ilişki kurmasını sağlamak. Her ne kadar bu tür ilişkiye genellikle cinsel dense de bu kavram cinsiyetten başka etkenler de içeriyor. Oysa Jung’un amacı, bireyi kendi zihni içinde bütünleştirmek, dengesini sağlamaktır. Jung, başkaları ile ilişkilere özel olarak eğilmez.

Ezcümle, bu ikilinin birbirinden ayrıldığı temel nokta birçok kaynakta ”cinselliğe atfedilen önem” olarak geçmekte.

Ha, başka konular da var ama şimdi karıştırayım mı? 1904’te Dr. Carl Jung, psikanalizine çok iyi yanıt veren ve aşık olacak kadar büyüleyici bir kadın hastayı alır ama bu ilişki, akıl hocası Sigmund Freud ile arasını bozar. Bu olayı konu alan A Dangerous Method isimli bir film de var, şu anda Amazon Prime’da gösterimde, imdb linki ise kaynaklar bölümünde.

A Dangerous Method film afişi

Jung’u kurucusu olduğu ”analitik psikoloji” altındaki psikoterapiyi nasıl okumalıyız bir bakalım.

Jungyen Terapi Nedir?

Jungyen analiz de deniyor; bu kuram danışanların dış dünyaya sundukları benlik yerine “gerçek” benliğe bakmalarını ister. Bu yaklaşımını iyi özetleyen, internette de sıklıkla dolaşan bir sözü de var Jung’un ”Dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır.”

Dengeli ve bütün. Jung’un terapisi kişiyi böyle hissetirmeyi amaçlıyor; ona yardımcı olmak için zihnin bilinçli ve bilinçsiz kısımlarını bir araya getirmeye çalışıyor. Bunun için analitik bir konuşma yürütülüyor, bu yönüyle psikanalize benziyor diyebiliriz.

Jung, İsviçreli bir psikiyatr. Sigmund Freud ile iyi bir ilişki tutturmuşlardı, mektuplaşıyorlardı da. Devamında bilinçaltıyla ilgili farklı fikirler yüzünden ayran içip ayrı düştüler.

Fikirleri, günümüzün terapi türlerinin çoğunu ve daha genel olarak sanat, film, müzik ve kültür alanlarını etkileyen Jung, içedönüklük ve dışadönüklük kavramlarını ve bir “kompleks” sahibi olma fikrini de başımıza bir çorap gibi örmüştür.

Bugünlerde kanıta dayalı terapi türleri (örneğin: bilişsel davranışçı terapi), mistisizm, inanç vb. unsurları içeren Jungyen terapiden daha popüler. Yine de Jungyen terapi bugün uygulanmaya devam ediyor.

Jungyen Terapi Ne Zaman Kullanılabilir?

Jungyen terapi, insan psikolojisinin tamamını açıklamaya çalışıyor. Bu nedenle, insanların yaşadığı hemen hemen her zihinsel hastalığı ele almak için kullanılabiliyor. Depresyon, kaygı, panik bozukluk gibi patolojilerde ya da hayatta yön eksikliği çeken, desteğe ihtiyacı olan birinin terapisinde jungyen ekole başvurulabilir.

Jungyen Terapi Teknikleri Neler?

Jung, bilinçaltının neleri içerdiğini öğrenmek için şu teknikleri öneriyor:

Rüya Analizi

Jung, rüyaları bilinçaltından gelen iletişimler olarak görmüştür. Analiz yoluyla Jungcu terapistler, mesajları yorumlar ve hastanın neden huzursuz olduğunu bulmaya çalışır. Denge ve bütünü sağlamak adına hastanın kişiliğinin hangi yönlerinin çalışması gerektiğine karar verirler.

Sözcük İlişkilendirme

Sözcük ilişkilendirme egzersizlerinde, bir Jung terapisti belirli sözcükleri söyler ve hastanın aklına gelen ilk şeyle yanıt vermesinin ne kadar sürdüğünü kaydeder. Terapist, yanıtlardaki ve yanıt sürelerindeki değişiklikleri not ederek listeyi ikinci veya üçüncü kez gözden geçirebilir. Testler arasındaki yanıtlardaki değişikliklerin veya hastanın yanıt vermesi için geçen süredeki anormalliklerin, hastanın sıkıntı hissettiği alanları belirtmede yol gösterici olduğuna inanılır.

Sanat veya Dans Terapileri

Jungyen analistler, resim, çizim ve dansın bilinçaltının kendini ifade edebileceği kanallar olduğuna ve egzersizlerin kendilerinin, desteğe ihtiyacı olan birinin sanat yapma yoluyla ortaya çıkan hastalık alanlarını onarmaya yardımcı olabileceğine inanırlar.

Jungyen terapi en temelde bir konuşma terapisi ve gerçek sorunlarımızın ne olduğunu, bunları nasıl çözeceğimizi anlamak amacıyla zihnimizin iyi olmayan kısımlarını veya acı verici geçmiş deneyimlerimizi – Jung’un kişinin gölgesi diye ifade ettiği şeyi – keşfetmeyi içeriyor.

Dipnot: Jung’a göre kişilik(persona), bireyin dünyaya sunduğu sosyal yüzdü. Onun için şöyle der ”… bir yandan başkaları üzerinde kesin bir izlenim bırakmak, diğer yandan da kişinin gerçek doğasını gizlemek için tasarlanmış bir tür maske.”

Durumumuza ve terapistimizle yaptığımız anlaşmaya bağlı olarak, haftada bir veya daha fazla olmak üzere, düzenli olarak planlanmış seanslar için buluşulabilir. Jungyen terapinin zaman sınırı önerileri olmamakla birlikte, destek alan kişiler yıllarca kendilerini keşfetmek, kendileri üzerinde çalışmak amacıyla bu terapiyi alabilir.

Jungyen terapinin sonuçları üzerine deneysel çalışmaların yakın tarihli bir meta-analizi, birçok kişinin semptomlarda ve kişilerarası problemlerde önemli iyileşmeler geliştirdiğini bildiriyor. Bu açıdan güzel ama yine dediğimiz gibi, kanıta dayalı bir yöntem değil bu. Sosyal bilimlerde, hatta bilimlerde hep bir yanlılık var mıdır tartışması başlatasım geldi çok fena ama konuya devam etmemiz gerek. Yani atomu da parçalasanız, gittiğiniz bilimsel paradigmanın – ya da bilim felsefesinin – izini sürmez misiniz? Tamam tamam, sustum.

Jungyen Terapi Nasıl Çalışır?

Jungyen terapi, bir sorunun ortaya çıkış şekillerinden çok kaynağına odaklanır. Jung, bir bireyin bastırılmış deneyimleri ve anıları olan gölgenin, “kolektif bilinçdışı” ile veya belirli bir zamanda belirli bir toplumdaki herkesin sahip olduğu içsel gizli inançlarla birleştiğinde, bilinçli farkındalık ile bilinçdışı zihin arasında bir dengesizliğe yol açtığına inanıyordu.

Jungyen terapiye göre, kişi sadece semptomları hafifletmeye çalışırsa, altta yatan sorunlar çözülmeyecek ve yeniden yüzeye çıkması kaçınılmaz olacaktır. Tedavinin başarısı, danışanın düzenli olarak planlanmış seanslara ve yoğun çalışma azmine bağlıdır. Süreklilik ve devamlılık anahtar burada yine.

Varoluşçu Terapi Nedir?

İnsanın elinden her şeyini alabilirsiniz ama özgürlüğünün son merhalesini, herhangi bir koşulda nasıl davranacağını seçme, kendi yolunu çizme özgürlüğünü alamazsınız. – Viktor E. Frankl

Varoluşçu terapi nedir? Özgürlük, anlam, ölüm, yalnızlık. Sırasıyla; ulaşmaya, arayıp bulmaya, yüzleşmekten kaçınmaya ve baş etmeye çalıştığımız dört kavram bunlar varoluşçu kurama göre. En az bir tanesine – aklım ve vicdanım hepsine diyor ama – aşinayızdır bu yüzyılda. Pandeminin yükseldiği 2020 kışını bir hatırlayalım. Saat öğleden sonra 3, soğan almaya çıkmışsın karnabahar yapmak için, sokakta tek bir kişi yok… Manav teyze sana bakıyor, sen manav teyzeye; onu bir mikrop olarak görüyorsun, o da seni. Ya virüslerini sana da bulaştırırsa? Anlam kayboluyor, manav teyze soğanları masaya bırakıyor, şimdi sen de yavaşça parayı; çünkü eller kirli, bu da böyle bir kir işte.

Distopik bir filmin açılış sahnesinde gibi anlam kayboluyor. Eğitim hakkına devletler tarafından el konmuş, her gün on binlerce insan covid virüsünden ölüyor; e sen de etten kemikten, ölenler de. Ölebilirsin. Sonrası? Karanlık…

Varoluşçu terapi nedir, bir uygulama olmaktan ziyade sistemli bir bakış açısıdır, bir felsefi düşüncedir ve tüm bu yaşantımızı keşfetmeye, biraz olsun anlamlandırmaya çalışır:

  • Yaşamın devam etmesini sağlayan kaynak nedir?
  • Madem öleceğiz, neden yaşıyoruz?
  • Yaşamın anlamı nedir?

Kolay cevapları olmasa da bu sorular, varoluşçu terapi nedir sorusunun doğurduğu bazı yeni sorular.

Varoluşçu Terapi Temel Kavramları Nelerdir?

Temel kavramlara geçmeden önce, varoluşçu terapi yönteminin başlı başına bir terapi uygulaması olmadığını vurgulayalım. Hatta kuramın en önde gelen ismi Irvin Yalom varoluşçu terapiyi, bireyin varoluşuna odaklanan psikodinamik bir yaklaşım (Freudyen bir yaklaşım) olarak anlatıyor; yani davranışçılar gibi bilinçdışını yadsımıyor varoluşçu terapistler.

Bireyin varoluşuna odaklanmak derken de en özünde insanın anlam arayışına vurgu yapılıyor diyebiliriz; yani bu yaklaşıma göre insan için en önemli mevzu anlam arayışı.

Önce kuramı biraz daha anlamak için varoluşçu terapinin temel kavramlarına bakalım.

Varoluşçu Terapi 3 Varoluş Tarzı

Varoluşçu terapi 3 tür varoluş olduğunu söyler:

Umwelt, tek amacı biyolojik varlığını devam ettirmek isteyen insanın fiziksel dünyadaki varoluşunu temsil ediyor.

Varoluşçu terapi nedir anlayabilmek için 3 temel kavram bulunuyor: Eigenwelt, mitwelt, umwelt.

Eigenwelt, tamamen özgür olduğumuz, ‘‘içimizdeki biz’’i temsil eden; diğerlerinde farklı olduğumuz öznel her bir parçamızı anlatıyor.

Mitwelt, ilişkisel ve sosyal varoluşumuzu temsil ediyor; bir nevi ‘‘diğerleriyle birlikte olan biz’’.

Varoluşçu terapiye göre sağlıklı bir varoluş için bu üç tarza da dahil olmamız gerek.

Kaygı

Rollo May’e göre bilinen alandandan bilinmeyene geçiş yapma özgürlüğünü seçtiğimizde kaygı yaşarız. Özgürlük ve kaygı madalyonun iki yüzü gibidir.

Varoluşçu terapi yaklaşımı varoluş tarzları ve kaygı kavramları ile birlikte anlam, özgürlük, yalnızlık ve ölüm ile de ilgilenir, arar, bulmaya çalışır.

Varoluşçu Terapi Teknikleri Nelerdir?

Diğer ekollerde olduğu gibi, psikoterapide danışanla ittifak kurmak varoluşçu terapide de çok önemli; fakat terapist, bilişsel terapide olduğu gibi yönlendirici bir tutumda değildir. Eşit bir ilişki kurmak ister, çözüm sunmaz, pasiftir, dinler. Düşüncesini kendine de yöneltir, anlık yaşantılar ön plandadır.

Varoluşçu terapi eklektik bir kuram olsa da (örneğin rüya analizini kullanması gibi, başka kuramların tekniklerinden faydalansa da) kendine has tarafları da var. Buna bir örnek, Viktor Frankl’ın geliştirdiği paradoksal niyet.

1- Paradoksal Niyet

‘‘Eğer korkumuzu tam anlamıyla yaşarsak, bu öyle bir korku olur ki, kendi kendimize gülme potansiyelimiz ile bir bağ kurar ve belirtilerden uzaklaşırız.’’ düşüncesinden hareketle ortaya atılan bir varoluşçu terapi tekniği.

Hasta, problemi oluşturan belirti ya da yaşantıyı bilerek ve isteyerek sonuna kadar yaşaması için yüreklendirilir bu teknikte.

2- Yönlendirilmiş Fantezi

Danışanın farkındalığını artırmak için kullanılır. Örneğin, konu ölüme dair bir bakış geliştirmek ise ‘‘Cenazende kimler var? Nerede, nasıl gerçekleşti? Kimler arkandan neler söylüyor?’’ gibi sorular kişinin zihnindeki imaj desteklenmeye çalışılır.

3- Dikkati Dış Dünyaya Yöneltme

Hastaların kendi içlerindeki sürece çok fazla yoğunlaştıkları, dikkatlerini tamamen buraya yönelttikleri düşüncesiyle yine Viktor Frankl’ın geliştirdiği bir teknik bu. İçeriden dış dünyaya yöneltilen dikkat ile farkındalık artırılmaya çalışılır.

Varoluşçu Terapi Hedefi Nedir?

Varoluşçu terapi hedefi, kişinin daha özgür bir yaşama erişmesi için farkındalığını artırmak; özgürlük, ölüm, anlam temalarına bakış açılarını ve hayattaki opsiyonlarını genişletmektir. 

Freud’un konuşma terapisine felsefik bir bakış açısı katmaya çalışan varoluşçu terapistler, ‘‘İnsan yaşamının anlamı nedir?’’ sorusuna hayatımızın hiçbir anlamının olmadığı ya da bu anlamı yaşarken bulduğumuz fikirleri arasında cesurca gidip geldiler. Yaşamın somut gerçekleri, belki her gün belki de her ay kendimize sormamız gereken bu soruyu bize unutturmayı çok güzel başarıyor. Varoluşçuluğun temsilcisi Jean Paul Sartre’ın günlük tarzında kaleme aldığı Bulantı kitabında tüylerimi diken diken eden bir yeri vardı. Günlerden birine yalnızca şu cümleyi not etmişti: ‘‘Var olmaktan başka hiçbir şey yok.’’

Psikologlara müjde! İşte sonunda bir psikoloğun geliştirmiş olduğu nadir ekollerden akılcı duygusal davranış terapisi! Psikologlar da kuram geliştirebiliyor bakınız Albert Ellis, kendisi bir klinik psikolog.

Bugünkü sayımızda Akılcı Duygusal Davranış Terapisine ve ekolün kurucusu Albert Ellis’e değindik. Keyifli okumalar.

Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi ve Albert Ellis

Kuramın orijinal ismi Rational Emotive Behaviour Therapy’dir. Türkçeye Akılcı Duygusal Davranış Terapisi şeklinde kazandırılmıştır. Kuramın öncüsü Albert Ellis ilginç bir karakterdir. Önce işletme okumuş, ardından yazarlıkta bulmuştur kendini. Cinsellik hakkında kurgusal olmayan yazılar yazmış; insanlar ondan fikir almaya çalışırken danışmanlığı sevdiğini fark etmiş. O zamanlar ABD’de (şu anki Türkiye gibi) psikoloji yasaları/uygulamaları pek gelişmiş olmadığı için klinik psikoloji masterı yapıp danışmanlığa başlamıştır.

Psikoterapistler arasında yaygındır; ” Terapist olacak kişi, kendi terapisinden de geçmelidir. ” diye söylenir. Böyle bir zorunluluk olmasa da, hem ek psikanalitik terapi eğitimleri (hani Freud’un yöntemi olan) alıyor hem de kendi psikanalizinden geçiyor Ellis. Tüm bu sürecin de kafasını daha çok karıştırıp, birçok soru doğurduğunu belirtiyor. Eğitim dediğin işte böyle olmalı: Soruları çözmek yerine daha çok soru doğurmalı.

Albert Ellis

Ellis, Columbia University’deki doktorası sürecinde psikanalizin bilinemez doğasına kendini kaptırıyor önce. Eğitimlerini ve kendi analiz sürecini tamamlamasının ardından, psikanaliz uygulamasına dahi başlıyor.

Fakat devamında, hastalarının daha pasif bir yöntem olan psikanalize kıyasla daha hızlı iyileştiğini gözlemlediği teknikler keşfediyor Ellis. Bu yeni denemelerinde daha aktif ve daha yönlendiren/ tavsiyeler veren bir tutum izliyor.

Öte yandan kendisini hasta koltuğunda düşündüğünde, yani analizden geçtiği sırada, Epiktetos, Marcus Aurelius, Spinoza ve Bertrand Russell’ı okuyarak/ uygulayarak kendi problemlerinin çoğunu çözdüğünü de hatırlıyor Ellis. Noktalar burada birleşiyor.

1955’e gelindiğinde psikanalizi tamamen bırakarak, bunun yerine insanları mantıksız inançlarıyla yüzleştirerek ve onları rasyonel olanları benimsemeye ikna ederek davranışlarını değiştirmeye odaklandı. Ellis, bu rolün hem kişiliğine hem de zevklerine daha uygun olduğunu; böylece daha dürüst olabileceğini düşündü. Terapi ekolünün terapistin kişiliğine uygunluğu teması, hatırlayalım!

Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi Alet Çantası

Terapist, zorlukların üstesinden gelmenize veya hayattaki hedeflere ulaşmanıza yardımcı olmak için, sizi kötü etkileyen inançları ve katı düşünce kalıplarını belirlemek adına sizinle iş birliği yapar bu yöntemde.

Bu düşüncelerin ne kadar mantıksız olduğunu ve size nasıl zarar verdiğini görmenize yardımcı olan terapist; çeşitli zihinsel egzersizlerle, olumsuz düşüncelerinizi ve davranışlarınızı nasıl azaltacağınızı ve bunları daha sağlıklı, daha yapıcı ve kendini kabul eden düşüncelerle nasıl değiştireceğinizi öğretmeye çalışır.

* Videoda Albert Ellis’ten akılcı duygusal davranış terapisi örneği görebilirsiniz.

Olumlu görselleştirme, düşünceyi yeniden çerçevelendirme ve kendi kendine yardım kitaplarının, görsel-işitsel kılavuzların yanı sıra oturumlar arasında pekiştirmek için verilen ödevler dahil olmak üzere çeşitli materyallerden yararlanılır.

Bu ekolün bugün çok popüler olan bir diğer yönlendirici ekol bilişsel davranışçı terapinin(BDT) temellerini attığını ekleyelim.

Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi Nasıl Çalışır?

Ellis, çoğu insanın kendileri hakkındaki düşüncelerinin çoğunun mantıksız olduğunun ve önemli ilişkiler ve durumlarda davranış biçimlerini olumsuz etkilediğinin farkında olmadığına inanıyor demiştik.

Ellis’e göre, bu düşünceler insanları olumsuz duygulara maruz bırakmaya ve kendine zarar verici davranışlarda bulunmaya yönlendiriyor. Aynı zamanda insanlar, eğer bir işi yapmaya istekliyseler, irrasyonel inançlarına meydan okuyabilir ve onları değiştirebilirler. İnsanların rasyonel olduğuna dair bir görüşü var Ellis’in yani.

Ekolün terapideki yöntemi de nispeten matematiksel. Bileşenlere doğrusal bir yaklaşımı var:

ABCDE isimli bu modelin bileşenleri şöyle:

Etkinleştiren olay: Nasıl hissettiğimizi veya düşündüğümüzü etkinleştiren dış olay

İnanç: Olay, kendimiz ve diğer insanlar hakkındaki otomatik inançlarımız

Sonuç: Duygusal veya davranışsal tepkileriniz

Anlaşmazlık: Bu inançlara itiraz ettiğinizde veya bunları sorguladığınızda

Etkili davranış: Mantıksız inançlara direndiğiniz ve davranışınızı değiştirdiğiniz zaman

Terapist, harekete geçiren olay, inançlar ve sonuçları arasındaki bağlantıları görmemize yardımcı oluyor. Bu farkındalık, mantıksız inançlarımızı ve düşüncelerimizi anlamanıza yardımcı olabilirse eğer, daha iyi ve daha olumlu tepkiler/ sonuçlar anlamına gelebilir.

Biliş, bir anlamıyla düşünce demek. Peki düşünce nedir? Beyin yolaklarımızdaki elektrokimyasal sinyal iletimleri midir? Yoksa zihnimizdeki her türlü imge, kavram, anlamlı – anlamsız oluşumu sağlayan bir hayâl mi? İkisine de evet. Düşünceyi tanımlamak da zor.

Bu bölümde bilişsel terapiyi ele aldım. Devam ediyoruz…

Bilişsel Terapi Nedir?

Ortaya çıkışında önemli etkenin, yapılan klinik araştırmalarla psikoloji laboratuvarlarında ulaşılan deneysel bulgular olmasına karşın, bilişsel terapi araştırma laboratuvarından doğmadı.

Bilişsel terapinin kurucu isimleri olan klinisyenler Albert Ellis (ona geçtiğimiz sayılarda değinmiştik) ve Aaron Beck, kendi klinik pratiklerinde Freudyen uygulamaların dışında, daha yönlendirici biçimde çalışarak danışanla daha çok etkileşime girilmesini savundu. Çalışmalarında, psikanalitik yaklaşımların hastalıkları sürekli şekilde iyileştirmediğine dair görüşlere ulaştılar.

Bu görüşlerin ötesinde, davranışçılığın popülaritesini yitirmesine, bilişsel akımın doğmasına yol açan diğer bir olay da latent (gizil) öğrenme’nin keşfiydi:

Edward Tolman fare deneyi yapıyor

Amerikalı psikolog Edward Tolman, farelerle yaptığı deneylerde hayvanların koşullanma olmadan da öğrenebildiklerini keşfetti.

Tolman, bu fenomeni gösteren deneyin ilk kısmında bir grup deney faresini bir labirente bıraktı; çıkış kapısına da bir yiyecek koyarak onları koşulladı.

İlk grup koşullanırken, diğer gruplardaki farelerle öğrenmeye dair hiçbir çalışma yapılmadı. Çıkış kısmındaki yiyeceği gören fareler, en az ilk gruptakiler kadar hızlı şekilde yiyeceğe ulaştılar. Tolman bu sonucu, farelere hiçbir şey öğretilmemesine rağmen, onların labirentin haritasını zihinlerinde oluşturdukları, şeklinde yorumladı.

Aaron Beck ve Bilişsel Terapi

1960’lı yıllarda, bir tıp doktoru olan Aaron Beck, bilişsel terapi olarak adlandırılan yaklaşımı geliştirdi. Bu yaklaşım, depresyon tedavisindeki etkinliğinin birçok çalışmada kanıtlanmasıyla tanınır hale geldi; kısa süre içinde birçok ruhsal bozukluğun tedavisinde de uygulanmaya başlandı.

Beck, psikanaliz eğitimi almış ve uygulamasını yapmıştı ama bu metodun terapideki etkisi hakkında kuşkuları vardı. Psikanalizin başarı oranlarına dair vaka raporları dışında psikanalize güvenebileceği hiçbir araştırma bulamamıştı.

Kendi deneyimlerinde de hastaların sadece küçük bir bölümü analiz yoluyla ilerleme gösterebilmişlerdi. Bu terslikte bir iş vardı.

*Videoda Aaron Beck’in kızı Judith Beck ile yaptığı röportajda BDT’yi kendi ağzından dinlemek mümkün.

Beck’in hastaları depresyonlarını tanımlarlarken farkında olmadan, kendileri, gelecekleri ve genelde toplum hakkında olumsuz düşün­celer ifade etmekteydi. Onun deyimiyle bu “otomatik düşünceler”, hastaların deneyimlerini algılama biçimlerinin sadece depresyonlarının bir belirtisi olmadığını, aynı zamanda etkili bir terapi yöntemi bulmada rol oynayabileceği sonucuna varır.

Bilişsel Model Nedir?

En basit hâliyle, olayları algılama biçimimizin bizim duygusal tepkilerimizi etkilediği gerçeği bilişsel modelin ana çıkış noktası. Aforizma gibi olsun, şekilli olsun dersek şöyle bir sözle özetlenebilir bu kuram : “Olayları olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görürüz”.

*Durumlara, zihnimize saniyeler içinde gelip giden otomatik düşüncelerle duygusal, davranışsal ya da psikolojik tepkiler oluştururuz, şeklinde yorumlanabilir bu model.

Örneğin bu sayıyı okurken okuduklarımızı bir değerlendirmeye ve yoruma tabi tutarız. Bu satırları okuyan bir kişinin “Wow, süper, tam benim aradığım tedavi türü…” diye düşündüğünü varsayalım; bu kişi kendisini mutlu, hevesli hissedecektir. Bir diğer kişinin ise buraya kadar yazılanları okurken aklından “İyi gibi görünüyor, ama ben yapamam, bende çalışmaz” şeklinde düşünceler geçmişse bu kişi de kendisini karamsar ve isteksiz hissedecektir. Bu satırları okuyan her insan kendine göre bir değerlendirme ve yorumlama yapar, sonuçta ortaya çıkan duygu ve davranış bundan etkilenir. Yani kişinin duygusal tepkisi doğrudan durumdan (örneğin burada yazıyı okuma) değil, durumla ilgili düşüncelerinden etkilenir.

İnsanlar baskı altında oldukları zaman net ve açık düşünemezler; fikirleri bir biçimde çarpıklaşmaya başlar. Beck’in devamında davranışçı unsurları da ekleyerek adını genişleteceği bilişsel davranışçı terapi, kişilerin sıkıntı verici düşüncelerini saptamalarını ve bu düşüncelerin ne kadar gerçekçi olduğunu incelemelerine yardımcı olmaya çalışır. Devamında, uygunsuz düşünceleri değiştirmeyi öğrenip içinde bulunulan gerçekliğe uygun düşünülmeye başlandığında kişi kendisini daha iyi hisseder. Sorun çözme ve davranış değişikliği, bu ekolde en çok ele alınan konulardır.

Yazı, gestalt terapi yaklaşımı ile devam ediyor.

Gestalt Terapi Nedir?

İçeriğin değil, sürecin ön planda olduğu, ‘‘Ne oldu, ne olması gerekiyor ya da ne olacak’’ sorularının değil, ‘‘Şu an ne oluyor, şimdi nasıl hissediyorsun/ ne yapıyorsun’’ yaklaşımının önemli olduğu bir terapi yöntemi öncelikle gestalt.

Başka bir deyişle, gestalt terapiye göre yaşamında sorun yaşayan bireyin problemi geçmişte ya da gelecekte gibi görünse de aslında “şimdi ve burada” dır. Dolayısıyla üzerinde durulması gereken en mühim nokta, şimdi ve burası.

Fenomenoloji, insanların mevcut durumda gerçekte algılanan ve hissedilen ile geçmişten kalanlar arasındaki farkı anlayabilmelerini sağlamak için alışılmış düşünce biçimlerinden uzaklaşmalarına yardımcı olan bir disiplindir.

1940’lı yıllarda Fritz Perls ve Laura Perls tarafından kurulan fenomenolojik-varoluşsal bir yaklaşım olan gestalt terapinin, varoluşçu bir perspektifi var diyebiliriz. Gestalt terapi de aynı varoluşçu terapi gibi insanın seçimlerini ve sorumluluklarını vurguluyor.

Bütün, parçaların toplamından büyüktür.” felsefesini, insanların çevrelerinden izole bir şekilde yaşayamayacakları ya da beden, zihin gibi parçalara bölünemeyecekleri üzerinden temellendiriyor gestaltçılar. Düşünceler, duygular, fiziksel duyumlar, bunların hepsi bizim varlığımızın parçalara ayrılamayan kısımları onlara göre.

* Fritz Perls’ün gestalt terapi seansının bir örneğini videoda izleyebilirsiniz.

Gestalt terapinin kurucusu Perls, terapide tekniklerin değil ilişkinin önemini savunuyor. Ona göre aslolan, şimdi ve burada yaşanan ben-sen ilişkisi. Terapist, danışanın şu anki davranışlarına dikkat kesilip, anlamaya gayret ediyor.

Gestalt Terapide Kaygıya Bakış

Kaygı, Fritz Perls tarafından şimdi ile gelecek arasındaki boşluk olarak tanımlandı. Kaygının daima gelecekle ilgili olduğu, şimdi ile arasındaki boşluğu insanların planlar yaparak/ beklentiler geliştirerek doldurmaya çalıştıkları, ezcümle insanların bugünü yaşamadıkları için kaygı yaşadıkları gestat terapistleri tarafından savunuldu.

Kaygıyı azaltma konusunda gestalt terapinin en önemli vurgusu şimdi ve burada yaşayabilmektir. Yine bir önceki sayıya atfedersek, varoluşçu terapist Rollo May de bilinen alandan bilinmeyene geçiş yapma özgürlüğünü seçtiğimizde kaygı yaşadığımızı söylüyordu.

Psikoterapiye nasıl yaklaşılıyor gestalt terapide biraz da bundan bahsedelim dilerseniz.

Gestalt Terapi Teknikleri Nelerdir?

Gestalt terapisindeki tüm uygulamalar birer deney olarak kabul ediliyor ve hastalara tekrar tekrar “Bunu deneyin ve ne tecrübe ettiğinizi görün” deniyor. Pek çok gestalt terapi tekniği var ama aslında tekniklerin kendisi çok da önemli değil. Ekol, terapistleri uygulamalarında yaratıcı olmaya itiyor.

Gestalt terapisi varoluşsal, deneyimsel ve deneyseldir. Ancak bunu uygulamak için hangi teknikleri kullanacağınız büyük ölçüde sizin geçmişinize, profesyonel deneyimlerinize, hayatınıza, becerilerinize ve her şeye bağlıdır – Laura Perls

Gestalt terapide kullanılan 4 teknik:

1. Harekete Geçirme

Hastadan duygularını veya düşüncelerini eyleme dökmeyi denemesi istenir. Bu teknik, hastayı “kişiye söylemeye” teşvik etmek kadar basit olabilir (böyle bir kişi varsa) ya da psikodrama, rol oynama veya Gestalt terapisinin iyi bilinen boş sandalye tekniği kullanılarak canlandırılabilir. Bazen canlandırma, hastadan abartmasını isteme tekniği ile birleştirilir. Bu katarsis elde etmek için yapılmaz; aslında bazen duygunun farkındalığının artmasıyla sonuçlanan bir deney biçimidir.

2. Odaklanma

Odaklanma, basit bir dahil etme ya da empatiden, büyük ölçüde de terapistin hastayla birlikteyken yaşadığı deneyimlerden doğan egzersizlere kadar uzanır. Terapist, hastanın farkındalığına odaklanmasına yardımcı olarak neyin önemli olduğunu netleştirmeye yardımcı olur.

3. Beden Farkındalığı

Beden aktivitesinin farkındalığı Gestalt terapisinin önemli bir yönü ve beden farkındalığı ile çalışmak için özel Gestalt terapisi metodolojileri bulunur. Gestalt terapisti özellikle nefes alma kalıplarıyla ilgilenir. Örnek verecek olursak, bir kişi merkezlenmeyi ve hissetmeyi desteklemeyen bir şekilde nefes aldığında, genellikle kaygı yaşayacaktır. Genellikle kaygılı hastanın nefes alış verişi hızlı nefes alma ve tam olarak nefes verememeyi içerir. Kişi sıradan bir terapi seansı bağlamında nefes alma deneyimleriyle çalışabilir; tamamen beden odaklı bir Gestalt terapisi de uygulayabilir.

4. Gevşetme ve Bütünleştirme Teknikleri

Bazı hastalar düşüncelerinde o kadar katıdır ki alternatif olasılıkları dikkate bile almazlar. Fantezi, hayal gücü ya da inanılanın tam tersini zihinsel olarak deneyimleme gibi gevşetme teknikleri bu katılığın kırılmasına yardımcı olabilir; böylece alternatifler en azından düşünülebilir.

Bütünleştirme teknikleri ise, hastanın ya bir araya getirmediği ya da aktif olarak ayrı tuttuğu süreçleri bir araya getirir. Örneğin, hastadan bir kutbun pozitif ve negatif kutuplarını birleştirmesini istemek bütünleştirici olabilir (‘‘Onu seviyorum ve küstah tavrından nefret ediyorum’’ gibi). Bir başka bütünleştirme tekniği de kelimeleri duyumlara dönüştürmek ve kelimelere eşlik eden duyumları bulmaktır. ‘‘Bak bakalım bunu bedeninde bulabilecek misin?’’ sorusu bu materyali ortaya çıkaracaktır.

Anı yaşamak, anda kalmak bir yana dursun; biz bu hayatın erişilmez hızında, her şeyin kendi kendini yok ettiği ‘‘modern’’ zamanlarda neyi nasıl yaşayıp hayattaki yerimizin ne olduğunu fark etmiyoruz bile. Temasa, bilinçli farkındalığa ve deneyime; şimdiki zamanın değerine yaptığı vurgularla gestalt terapi, bugünlerde ellerimizden uçup giden bu ‘‘an’’ları bize hatırlatıyor.

Aile Terapisi Nedir?

Aile terapisi hem bir teori hem de bir tedavi yöntemi. Klinik sorunları, sistem teorisine dayalı olarak ailenin işlemsel kalıpları bağlamında görmenin bir yolunu sunar. Aile terapisi aynı zamanda bir ailenin üyelerine sorunlu, uyumsuz, tekrarlayan ilişki kalıplarının yanı sıra kendini bozan veya kendini sınırlayan inanç sistemlerini belirleme ve değiştirme konusunda yardımcı olunan bir müdahale biçimini temsil ediyor.

Bireysel odaklı terapilerden farklı olarak, aile terapisinde tanımlanan hasta (ailede sorunlu olduğu düşünülen aile üyesi), aile içinde veya belki de aile ile dış toplum arasındaki sorunlu işlemler tarafından sürdürülen sorunlu veya sıkıntılı davranışlar sergiliyor olarak görülür. Ailelerin değişmesine yardımcı olmak, bireylerin yanı sıra ailelerin de daha iyi işlev görmesini sağlar.

Ailenizle birlikte destek alabileceğiniz konuları listelemek gerekirse:

  • Evlilk sorunları
  • Ailede yaşanan değişiklikler
  • Çocuk – ebeveyn , ebeveyn – ebeveyn arasındaki iletişim sorunları
  • Travmalar
  • Zorlu yaşam olayları

Gelişim ve Kavramlar

Aile terapisinin gelişimi 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başladı. Bu tarihten önce de terapistler bazı ailelerin hasta için toksik ortamlar oluşturduğunu farkediyor ancak hastaneye yatırma gibi yaklaşımlarla hastayı aile ortamından uzaklaştırma yoluna gidiyorlardı. Halbuki hasta yeniden aynı ortama döndüğünde problemler yeniden kendini göstermeye başlıyordu.

Aile terapisinin ilk isimlerinden biri olan Christian Midelfort, 1957’de “Psikoterapide Aile” kitabını yayınladı. Psikoanalitik psikoterapi kökenli olarak ilk aile terapisi temelleri atılmış oldu.

1950’li yıllarda şizofreni hastaları ve onların aileleri ile çalışmaya başlayan Bateson “double bind” kuramını ve Lidz de “schism” ve “skew” tanımlamalarını ortaya attı. Bunlar aile terapisinin önemli kavramlarıydı.

Double bind: Annenin olumlu bir mesajı olumsuz bir affekt ile (duygu durumu) vermesi.

Schism: Ailenin birbirleriyle yaman iki zıt gruba bölünmesi.

Skew: Ailenin bir bireyinin ciddi kişilik problemleri nedeniyle evliliğe, problem olacak derecede hükmetmesi.

Başlangıçta psikoanalitik (Freudyen) kökenli olarak doğmuş olsa da aile terapisini birçok ekol kullandı. Örnekler verelim.

Aile Terapisi Türleri

Aile Sistemleri Terapisi

İnsanların ruh sağlığı sorunlarının üstesinden gelmek için ilişkilerinin güçlü yönlerini kullanmalarına yardımcı olmaya odaklanan bir yaklaşım.

İşlevsel Aile Terapisi

Genellikle riskli davranış, şiddet veya madde kullanımı ile ilgili sorunlar yaşayan gençler için kullanılan kısa süreli bir tedavidir. Gençlerin ve ailelerin her bir birey için güven ve saygı inşa ederken çözüm aramalarına yardımcı olur.

Öyküsel (Narrative) Aile Terapisi

Aile üyelerini, bu deneyimlerin kim olduklarını ve başkalarıyla nasıl ilişki kurduklarını nasıl şekillendirdiğini anlamak için kendi hikayelerini anlatmaya teşvik eder. Bu anlatı ile çalışarak, kişi sorunları sadece kendi dar merceğinden görmek yerine daha objektif bir şekilde görmeye başlayabilir.

Psikoeğitim

Aile üyelerinin ruh sağlığı koşullarını daha iyi anlamalarına yardımcı olmaya odaklanır. Aile üyeleri ilaçlar, tedavi seçenekleri ve kendi kendine yardım yaklaşımları hakkında daha fazla bilgi sahibi olarak uyumlu bir destek sistemi olarak işlev görebilir.

Destekleyici Aile Terapisi

Bu terapi türü, aile üyelerinin hissettiklerini açıkça paylaşabilecekleri ve ailelerinden destek alabilecekleri güvenli bir ortam yaratmaya odaklanır.

Aile üyelerinin düşüncelerini ve ihtiyaçlarını nasıl daha iyi paylaşabileceklerini ve çatışmaları ilişkilere daha az zarar verecek şekilde nasıl çözebileceklerini öğrenebildikleri, iletişimi merkeze alan bir tedavi şekli olan aile terapisinin Türkiye için önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bizim gibi aile sistemleri birbirinin içine geçmiş, bir kadın için anne, kız çocuk, hoca, abla, iş arkadaşı; bir erkek için baba, kardeş, oğul, arkadaş, ekip üyesi gibi rollerin fazlaca çatıştığı bir ülkede bu terapi türü kullanışlı bir araç.

Terapi tabii ki sosyoekonomik bir konu ve çoğu bir lüks. Orta ve üst gelirli kişiler bunu artık bir ihtiyaç olarak görme eğiliminde olabiliyor. Bizim buradaki çabamız, kulak dolgunluğu sağlamak, bilgi aktarmak, gerekirse kişileri terapiye yönlendirmek.

Blogumdaki diğer yazılar için http://umutcanakova.com/blog adresine göz atabilirsiniz.

Kaynaklar

Benson, N., Ginsburg, J., Grand, V., Lazyan, M., Weeks, M., & Collin, C. (2012). Psikoloji kitabı. İstanbul: Alfa Yayınları.

Norcross, J. C., VandenBos, G. R., & Freedheim, D. K. (2011). History of psychotherapy: Continuity and change (pp. xxxii-813). American Psychological Association.

Wedding, D., & Corsini, R. J. (2013). Current psychotherapies. Cengage Learning.Chicago

Dissosiyasyon: https://www.psikolojisozlugu.com/dissociation-dissosiyasyon

Psikopatoloji: https://www.psikolojisozlugu.com/psychopathology-psikopatoloji

What Is Existential Therapy? (Varoluşçu Terapi nedir?) https://positivepsychology.com/existential-therapy/

Existential Therapy: Make Your Own Meaning (Varoluşçu Terapi: Kendi Anlamını Yarat) https://psychcentral.com/health/existential-therapy#what-it-is

Wedding, D., & Corsini, R. J. (2013). Current psychotherapies. Cengage Learning

open.spotify.com/episode/4dI1TzDHzP35z2zSRC6Drk?si=6b35005b66a14198

McLeod, S. A. (2018, April 05). What are the most interesting ideas of Sigmund Freud? Simply Psychology. www.simplypsychology.org/Sigmund-Freud.html

Akvardar, Y., Çalak, E., Etaner, U., Hürol, C., Sunat, H., Tükel, R., … & Yücel, B. (2010). Psikanalitik kurama giriş. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Storr, A. (2019). Freud: Kısa bir giriş.

Wedding, D., & Corsini, R. J. (2013). Current psychotherapies. Cengage Learning.

Didik Didik Freud: https://open.spotify.com/show/2UpXxWYszkuvZfjyWnPQ4T?si=c4dc24b2a1694aac

TDK: https://sozluk.gov.tr/

Chat GPT: https://chat.openai.com/

Freud Museum London: https://www.freud.org.uk/about-us/the-house/sigmund-freuds-famous-psychoanalytic-couch/

Psychology Today: https://www.psychologytoday.com/us/basics/transference

Gençtan, E. (2006). Psikanaliz ve sonrası. Metis Yayınları.

Freud Museum London: https://www.freud.org.uk/about-us/the-house/sigmund-freuds-famous-psychoanalytic-couch/

 Anna Freud Freud Museum London https://www.freud.org.uk/education/resources/anna-freud-life-and-work/child-psychoanalysis/

Goblin Mode: https://en.wikipedia.org/wiki/Goblin_mode

McLeod, S. A. (2019, July 18). Psychosexual stages. Simply Psychology. www.simplypsychology.org/psychosexual.html

Geçtan, E. (1998). Psikanaliz ve sonrası (8. Basım). İstanbul: Remzi Kitabevi.

Safran, D. J. (2014). Psikanaliz ve psikanalitik terapiler. İstanbul: Okuyan Us Yayınları.

Frankofon: https://www.merriam-webster.com/dictionary/francophone

Akvardar, Y., Çalak, E., Etaner, U., Hürol, C., Sunat, H., Tükel, R., … & Yücel, B. (2010). Psikanalitik kurama giriş. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Freud, A., & Erim, Y. (2004). Ben ve savunma mekanizmaları. Metis.

Geçtan, E. (1998). Psikanaliz ve sonrası (8. Basım). İstanbul: Remzi Kitabevi.

A Dangerous Method: https://www.imdb.com/title/tt1571222/

Jungian Therapy: https://www.psychologytoday.com/us/therapy-types/jungian-therapy

Jung, C. G., & Gürol, E. (2006). Analitik psikoloji. Payel.

150 Psikoloji Kaynağı: https://airtable.com/shrPumR7hIlR8nwUb

Jungyen Yolculuk: https://open.spotify.com/show/7yZwl4Jy2Ng7lkr0mAzf2D?si=b96fd77a468d4d1f

Albert Ellis Institute: https://albertellis.org/

Albert Ellis resmi websitesi: https://albertellis.org/

Rasyonel Duygucu Davranış Terapisi: /www.psychologytoday.com/us/therapy-types/rational-emotive-behavior-therapy

Wedding, D., & Corsini, R. J. (2013). Current psychotherapies. Cengage Learning

Türkçapar, M. H., & Sargın, A. E. (2012). Bilişsel davranışçı psikoterapiler: tarihçe ve gelişim. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 1(1), 7-14.

Beck Institute: https://beckinstitute.org/

Wedding, D., & Corsini, R. J. (2013). Current psychotherapies. Cengage Learning

Dinç, M. (2014). Gestalt ve Bilişsel Davranışçı Terapideki “şimdi ve burada” ilkesindeki benzerlik ve farklılıklar.

The Gestalt Therapy Page: www.gestalt.org

Wedding, D., & Corsini, R. J. (2013). Current psychotherapies. Cengage Learning

SAMANCI, A. Y., & Ekici, G. (1998). Aile terapisi. Düsünen Adam, 11(3), 45-51.

Healthline: www.healthline. com/health/family-therapy

Very well mind: www.verywellmind. com/family-therapy-definition-types-techniques-and-efficacy-5190233

Wedding, D., & Corsini, R. J. (2013). Current psychotherapies. Cengage Learning

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir